Hoşgeldin insan!

Bu blog yüksek topuklu kadınların topuklarından taviz vermeden her konuya ilgi duyabileceklerini ve özgürce yaşayabileceklerini göstermeye meyil etmektedir. En azından başlangıç olarak kendi eğlencem için ve sevdiğim/sevmediğim hakkında düşündüklerimi vs. aktarmaya yönelik açılmış bir blogdur. Yine de birilerini, bir şeyleri etkilerse ne mutlu...

4 Ekim 2016 Salı

Jalapeno Tadında Gerçekler

Değerli okuyucu;
Şu an bu yazıyı sırf sana vermek istediğim birtakım çok acı gerçekleri vermeden aklımın kıvrımlarında kaybetmemek için şarj olmayı asla kabul etmeyen telefonumu bekleyemeden son derece rahatsız bir kalemle yazıyorum; değerini bil.




Hani televizyon izlerken/kitapçıda gezinirken/kendini ararken vs. görüp "acaba mı?" dediğin o kişisel gelişim kitabı var ya; o sana hiç de yardımcı olmayacak. Boşuna verdin o 22 lirayı. En fazla seninle beraber birkaç şeyi sorgulayacak ve bir ay sonra sonra ikiniz de birbirinizi unutacaksınız. Benzer bir durumda belki yeniden aklına gelecek ve o sorguladığın şeyi tekrar sorgulayıp hiçbir şey değiştirmeden devam edeceksin.

Bir şeyi çok mu istiyorsun? Bir şeyi çok istersen, olmazmış. Ama; bir kere istemeye başladığın için artık az da isteyemezsin. Olmayacağını kabullenip olduğun yerde üzülmeye başlayıp daha çok isteyip daha da olmamasına sebep olabilirsin ama istersen.

3 günde 7 kilo verdirmesini beklediğin şok diyet var ya; ya sana hiç kilo verdirmeyecek ya da verdirdiği kiloyu 2 günde bonusuyla geri aldıracak.

O sana belki, seninle bir türlü gerçekten ilişki yaşayamayan adamı nasıl seninle olmaya "ikna edersin" diye ögrenme umuduyla aldığın kitap var ya -doğru tahmin- o kitap da sana yardımcı olmayacak. Zaten kimseyi de seninle olmaya ikna etme. Biri seninle birlikte olmak için ikna edilmeye ihtiyaç duyuyorsa onun tek istediği ilerde lazım olursa diye cebinde bir "otobandan son çıkış" levhası olmasıdır. 

Bonus'u veriyorum ama yazı aşağıda devam ediyor...

Bu çok acılı geldiyse aşağıda daha mutlusu var.

Ben yapmadım mı? Yaptım. "Kör kendinden bilirmiş" derler bilenler. Her kimse artık onlar. Mesela; o şu anda adını nereden nasıl salladığım belli olmayan "Onunla nasıl sevgili olursun?" ya da "Sevdiceğinin yüreğini nasıl açtırırsın?" adlı kitabı benim de almışlığım var. Niye mi? Çünkü; kendime "nerede yanlış yapıyorum acaba" dedim. Çok yaparım. Bir şeyler ters gittiğinde kişi bence önce kendine bir sormalı: nerede hata yapıyorum, hata yapıyor muyum, sorun bende mi, benim bir yanlışım var mı; varsa bu bütün soruna sebep mi yoksa o kadar da etkilemiyor mu? Yoksa tek hatam enerjimi yanlış yerde/insanda harcamam mı? 

Yeri gelmişken değinmeden de geçemeyeceğim bir başka bol acılı gerçek: o seninle bir türlü ilişkiye gerçekten yanında duramayan adam da seninle beraber olmayacak. Hiç onun için bahaneler sıralama; çok meşgulmüş, çok yoğunmuş, hayatı bu aralar çok karışıkmış, zor bir ilişkiden çıkmış, ejderhası kaybolmuş, evi yanmış, cehenneme topu kaçmış vs vs diye. Sen aynı, hatta yeri geldiğinde daha sert kayalara çarptıktan sonra paşa paşa savaş gardını tüm yaralarınla yüklenerek küllerinden doğup da çabalamadın mı, onun kadar söylenmeden? Sen yaptın, evet. Niye mi olmayacak? Paşamın canı istemiyor, çünkü. İstese çoktan olurdu. Senin yarattığın sebep, vakit ve motivasyonu o da yaratırdı. Yapmış mıydı önceden? Şimdi yapamıyor mu? Yaptığı yer vardır, sen üzme kendini. 

Burada "erkek anaları" için bir dakikalık sessizlik rica edeceğim. Onları oldukça suçluyorum. Hep dışarıda daha fazlası olduğunu ve dışardaki birbirinden daha iyi oyuncakların paşamıza hizmet etmek için hazır bir şekilde beklediklerini öğrettiniz. Bizler de sizin besleyip büyüttüğünüz bu kocaman egoları, elimizde, avcumuzda, yüreğimizde ne varsa sunduğumuz için daha da şişirdik. Aferin, hepimize SIFIRÜzgünüm, yanlış öğrettiniz ve bir selvi boyunda al yazmalı doyumsuzlar yetiştirdiniz. Evlenip çocuk sahibi olduğunda da doyamayacak ama belediyelerin -çok sağ olsunlar- "kutsal bağ" kapsamında belki doyumsuzluğunu bastıracak. 

Evet, seninle birlikte olmak istese olurdu ama kendisi Tinder'da eşleştiği, kulüpte kovalaştığı, ofise/dükkana gelip gülümseyen kız, cafede göz süzen hatun, salına salına sinsice kanına giren dilbere hep gönlünü kaptırıyor. Sana da o veya bu şekilde kapıldı, senden sonra da bir şey değişmeyecek. 


Muhtemelen sorun sende değil yani.

     Öyle uçan kuşa trip atan, kendi kendine yetmeyen, sen olmayı beceremeyen, bir olmak için hep bir adama ihtiyaç duyan, kendinden utanan, dünyanın hep kendi etrafında döndüğünü sanan, 5 dakikada bir arayıp, 24 saatin her dakikasında ilgi/mesaj bekleyen, karşısındakinin tüm hayatını kontrol etmeye çalışan, senden başka hiç işi yok sanan, nefes aldırmadan; alan bırakmadan ilişkiyi hayatındakinin boynunda tasma yapan kadınlardan değilseniz sorunu çok da fazla kendinizde aramayın derim. 

P.S. Eğer öyleyseniz de dürüst olun, o zaman daha önce yukarda bahsettiğim kitaplar da belki işe yarayabilir. Bilemem.

Dediğim gibi, insan önce bir kendini sorgulamalı. Biraz önce bahsettiğim soruları kendine bir sormalı. İğneyi önce kendine batırmalısın, çuvaldızı sonra düşünürsün. Ama tabii bunu yaparken de kendinizi yıpratmayın. Biraz önce anlattığım gibi biri değilseniz ve her şeyi ne kendi ne de başkasının etrafında döndürmüyorsanız sorun tamamen sizde değildir. 


Genellemelerden genellemeler beğeneceğim ama... Çok sevdiğimiz Yeşilçam filmlerinde de gördük aslında bunu. Ve pek tabii ki hepimiz hep başroldük. Hep o çapkın çocuk bize aşık olacaktı ve çapkınlıklarını geride bırakacaktı, o öbür hatunu unutacaktı. Tarık Akan'ın da çok sevgilisi vardı ama biz kendimizi hep Gülşen Bubikoğlu, Emel Sayın sandık (bak bak, burada da çok kadın var).

P.S. Tarık Akan ve Gülşen Bubikoğlu'nun başrollerini paylaştığı Yaz Bekarı sayılmaz. O başka bir hikaye çünkü. Belirteyim de...

Kadınların bu konulardaki en büyük hatası genel olarak, başkası için değişmeyen birinin kendileri için değişeceğini düşünmeleri sanırım ve biri için kendilerini değiştirmeye çalışmaları. Oysa; aslında herkes olduğu gibi güzel. Tabii ki; ilişki içinde insanlar birbirlerine uyum sağlamak için küçük ayarlamalar yapabilir ama kimse kimse için değişmezse daha sağlam ilişkiler olabilir bence. Kadınlar biraz terzi, biraz tesisatçı gibi sanırım. Hep bir tamir etme, bir kurtarma arzusu. Hep bir kahraman olma sevdası. Halbuki bozuksa bırak, düzelirse senindir falan filan.

Bir de şu var mesela...

Erkekler sanıyorlar ki; kendileri için hep farklı seçenekler mevcut ama kadının seçeneği. Yoksa niye senin gibi biri için bu kadar uğraşsın, değil mi? Kadınlar birer çiçek ya, sizler de bal arıları. İlişki olmasın, diğerlerini de deneyeyim, kendimi bağlamayayım, papaz her gün pilav yemez, tek çiçekle bahar geçmez vs. İyi de Gülşen'in başı kel mi? Yok bebeğim, kadınlar aptal. Seni ne billur sesliler, ne kalçası J.Lo'lar istedi de onu bir Damon Salvatore istemedi zaten. 

Öyle mi sence? Sadece, kadınlar ilgilerini sizin kadar bölmediği için size odaklanıp bir şeyler deneyebiliyorlar. O yüzden sizi bekleyebiliyor, sizin için sabredip çabalayabiliyorlar.

İlla seçenekler arasında kararsız kalıyorsa da bir kadın; bunu da sakince yapar. Kadın çünkü daha fazlasını denemek için başlamıyor; seçeneklerini elemek istiyor. Kadın zaten seni o seçenekler içinden eleyip seçmiş. Seni üst gruba çıkarmış, dereceye bırakmış; sen kümeden düşmeye çalışıyorsun aslında. E be mendebur! Biraz çaba göstersene.

"Ben çok yaralıyım. Kanadım kırık, uçamıyorum" tripleriniz de ayrı konu. Bir terapiye, rehabilitasyona gönderelim seni, bize bulaşma. Bir kadın seni hayatına almayı düşünmediyse, seni kafasındaki eleme maçından çıkarmadıysa, sen zaten bir adım atamazsın. Siz bunu unutuyorsunuz aslında. Ama atıyorsan da o eli tutmayı bileceksin. O eli tutmak için çaba sarf edeceksin. Yıllar geçtikten sonra falan Bihter'in mezarının başındaki Behlül gibi "ben senin elinden tutmayı bilemedim" diye ağlamayacaksın.

Kadınlardan ayrılmak, birbirlerine sezdirmeden flört etmek (ve başarısız olmak), hayatından çıkmak, tribini aşmak için harcadığınız enerjinin 10'da 1'ini o kadının yanında adam gibi durmak için harcasanız zaten o ilişki alır başını yürür, kimse de o kadar yorulmaz; üzülmez. 

Son olarak; "Suşi'den başka sipariş vermeyen kızlar için size dolma saran kızları üzdünüz" demek isterdim ama ne gerek var. Sonuçta suşi yiyenin de dolma saranın da kendi tercihi ki zaten nereden bilecekler aynı yürek için çarptıklarını falan filan. Siz gene de pandaları üzmeyin. Neticede, aldığınız kitaplar bilmem neler yardımcı olmuyor.

Yazardan sevgi dolu notlar:

- Açıkçası Kıvanç Tatlıtuğ'un son sahnesindeki Behlül'e çok inanmadım; bence ocakta yemeğim var role giremiyorum gibi ama yine de bahsettiğim paragraftaki linke tıkladığınızda o sahneye gidip siz karar verebilirsiniz. 

- Bu arada, beni celallendirip bu yazıya sebep olan okumuş olduğum kitaba da ayrıca teşekkürler. Hiç durup burada reklamını yapmayacağım ama yukarda farklı karakterle bahsettiğim kadınlardansanız, yardımcı olabilir.  Dm'den yürüyün.

Yazardan hiç de sevgi dolu olmayan not: O kadar edit aldı ki bu yazı, kimse kimse için bu kadar değişmemeli. Vallahi ayıp. Aşk ve ilişkiler kadar genel anlamda kişisel ama bir o kadar da genel bir konuyu bilimsele dokunmadan ancak bu kadar kişiselleşmeden yazabiliyorum; aynı tatta cümleler kuracak en az 50 kadın bulurum. Kıps.



Hiç yorum yok: