Hoşgeldin insan!

Bu blog yüksek topuklu kadınların topuklarından taviz vermeden her konuya ilgi duyabileceklerini ve özgürce yaşayabileceklerini göstermeye meyil etmektedir. En azından başlangıç olarak kendi eğlencem için ve sevdiğim/sevmediğim hakkında düşündüklerimi vs. aktarmaya yönelik açılmış bir blogdur. Yine de birilerini, bir şeyleri etkilerse ne mutlu...

18 Aralık 2010 Cumartesi

Lavazza Takvimleri Bölüm 2 (Kahve Serüvenleri)

   İki yazı arasında bu kadar da ara verilmez ama işte ben de böyleyim sanırım. Reel araştırma yapıyordum, "hayat sokaktadır!" sloganıyla yerinde araştırmacı gençlik olarak dolaşıyordum vs. diye kıvırmak istedim. Ayrıca Lavazza'nın kendi sitesinde oluşan geçici hasarın da ömrümü tüketmiş olması da var tabii. Her neyse, kaldığım yerden Lavazza takvimlerine devam edeceğim. 2002 yılının takviminde kalmıştım. David LaChappelle tarafından çekilmişti ve Lavazza takvimlerinin devrimi olarak görülebilir çünkü ilk defa siyah-beyaz fotoğraflardan renkli çekime geçildi.


    2003 yılının takvimi Jean-Baptiste Mandino tarafından "espresso ve ihtişam" başlığıyla hazırlanmış. Kahveyle alakalı gündelik nesnelerle oynayarak bunları mücevherlere, tasarıma ve güzellik sembollerine dönüştürüyor. Sonucunda da fotoğraflarda duygusallık ve kozmopolitizm paydalarıyla; zarafet, canlılık ve ironi ikonlarını ortaya çıkıyor. 


   2004 yılı takvimi için seçilen Thierry Le Gouès "Espresso Görevi" adını verdiği takvimde, Barbarella ile

10 Kasım 2010 Çarşamba

Lavazza Takvimleri Bölüm 1 (Siyah-Beyaz Hikayeler)

   Hep yazmak istediğim bir konuydu aslında Lavazza takvimleri. Zaten blog resmi de onun 2007 takviminden ocak-şubat için çekilen fotoğraf. Her yıl heyecanla beklerim, bu sene ne yapacaklar, konsept ne olacak, renkler nasıl olacak diye. Aslında 1895 yılından beri resmi olarak aktif olan ünlü bir İtalyan kahve markası Lavazza. Çok da güzel kahveleri var ki; ben çok ciddi bir kahveseverim. Günde en az bir fincan garanti Türk kahvem olur ve bu bana yetmez pek tabi bu en az 1'e bir sürü nescafe, filtre kahve, şu kahve, bu kahve de eklerim. Her neyse, konumuz Lavazza'nın kahveleri değil, takvimleri burada. Erişebildiğim ilk takvimleri 1993 yılına ait. O zamandan beri de her yıl, çeşitli fotoğraf sanatçılarıyla çalışıp çeşitli konseptlerle çok güzel sonuçlar çıkarıyorlar ortaya. Yaklaşık bir saat önce, önceki yazımı yazarken tesadüfen bu yılki takvimin de yayınlandığını görüp havalara uçtum. Şimdi burada, Lavazza'nın bugüne kadarki takvim konseptlerinden bahsedip birkaç fotoğrafı paylaşacağım.





    Bu takvimlerin çekimine

Meğer En Yakın Dostumuz Deodorantmış, Bilemedik...

   Şimdiye kadar burada hiç bahsetmediğim ama sürekli olarak, özellikle eve geldiğimde sevinip durduğum bir şeyden bahsedeceğim bu yazıda. O da deodorant! Hepimiz her gün sokaklarda bir sürü olayla uğraşıyoruz. Ya okula, ya işe, bir toplantıya, bir buluşmaya, otobüse, metroya falana filana koşturup duruyoruz. Haliyle terliyoruz. Çok nefretlik bir durum ortaya çıkıyor. O kadar hazırlanıp çık sokağa, sonra da terleyip kok. O ter kokusunun üstüne ne kadar parfüm sıkarsan sık şöyle bir kural vardır bir kere; kötü kokuyla güzel koku karışırsa daha kötü kokar. Üstelik terlemeyi de engellemez, sadece geçici olarak maskeler.

5 Ekim 2010 Salı

Biz FNO'da İstinye Park'taydık. Ya Siz?


Artık Fashion's Night Out (FNO)'yu bilmeyen kalmamıştır. İlk defa 2009'da (krizi düzeltmek amacıyla ekonomiye para kazandırmak için) Vogue öncülüğünde düzenlenmiş olan bir çeşit moda kutlaması. Bu yıl 16 Eylül'de İstanbul'da da yapıldı. Yapılacağı duyurulduktan sonra beni bir heyecan aldı. Geri sayımlar mı istersiniz, bütün aileyi ayaklandırma mı istersiniz... Hatta abartıp tatile gitmekten vazgeçirmeye bile çalıştım. Ya da FNO yapılan bir yerde olabilirdik ancak öyle... Ben başarılı olamadım ama yine de tatil kendini imha etti. Günler yaklaştıkça çekirdek ailemi de aldı bir heyecan. Sonra çekirdek arkadaş çevremi derken, falan filan...
   Nerede kutlayacağımıza karar vermek de ayrı bir dertti. Bol bol araştırdık, nerede ne var, nereler dahil, hangi etkinlik nerede




3 Haziran 2010 Perşembe

Yüksek Topuklarda İstanbul Sokakları

    Uzun ara verdikten sonra uzun zamandır yazmak istediğim ve en çok -belki de tek- söylendiğim konudan bahsetmek istiyorum. Blogun adından da anlaşılacağı üzere yüksek topuk bağımlısı bir insanım. Sürekli yüksek topuklu ayakkabılar giyer, onlarla dolaşırım. Yeri gelir voleybol bile oynarım.  Bir nevi tamamlayıcı unsurum hatta vücudumun bir parçası da denilebilirler. Bununla birlikte bazen yürümekte zorlanıyorum ki bu benim durumumdaki birçok kişinin de başına gelen bir şeydir. En çok topuklu ayakkabı giyen bölge olarak Nişantaşı camiası için bile aynı şey söz konusu...
    
     İstanbul'da topuklu ayakkabıyla dolaşmak

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Baharatlı Vog

    Yaklaşık bir saat önce mutfakta yemek yapmaya giriştiğimde yeniden fark ettim ve yeniden onayladım ki; bir mutfağın buzdolabında ve/veya sebzeliğinde bulunan her şey, mutfakta harikalar yaratmaya uygundur. İş sizde bitiyor. Kim der ki, kenarda o tek başlarına duran kızmızı ve yeşil biberin, (tatlı olanları) sadece onları kullanarak yemek yapılamayacağını? Yapılıyor işte. Ya da, evde sadece mantarla peynir mi var? Saat artık marketten bir şeyler almak için çok mu geç? Bir de üstüne, dışardan yemek de söyleyemezsiniz çünkü paranız yok/internetiniz çökmüş/bilgisayarınız açılmıyor v.s. Tamam, o da olur. En azından aperatiflik birşeyler zaten hazır sizi bekliyormuş.

    Geçen hafta

28 Nisan 2010 Çarşamba

Şişe Çevirmece'nin pabucu King'de!

   Günümüzün birincil danışma hattı Google'ın bile bihaber olduğu yeni bir ev partisi oyunu var. En azından son birkaç haftadır bizim buralarda pek revaçta. Efendim bildiğiniz üzere senelerdir ev partilerinde gece ilerledikçe "eee, şimdi n'apıyoruz abi?" soruları yükselmeye başlar ve hep o sırada şişe çevirmece yardıma koşar. Ama artık King var. Çok daha gizemli, çok daha heyecanlı. Her an başınıza her şey gelebilir tadında.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Star Wars Çılgınlığı






   Bizim neslimizden öncesinde başlayıp hala dalga dalga devam eden bu haklı çılgınlığı hep bir gün hepsini birden izleyeceğim diyerek erteleyen ben, dün gece bu çılgınlığa katılmaya karar verdim arkadaşlarımın evinde onlarla birlikte. Ki her ne kadar toptan izlemek için ertelediysem de bunca zaman, bana katılırsınız, bundan kaçmak pek mümkün değil. Her yerde, mutlaka bir şekilde bir "spoiler"ına yakalanır insan. Ben küçükken McDonald's çok daha güzeldi ve orda şimdi olduğu gibi yeni çıkan filmlerin oyuncakları olurdu. Çocuk menüsü almamın yegane sebebiydi zaten o oyuncaklar. Dolayısıyla

Julie And Julia

   Özellikle yemek aşığı bir insansanız; ki bundan kastım yemek yemek değil sadece aynı zamanda da yapmak ve belki daha çok da yapmak, bu filme kesinlikle bayılırsınız. Daha geçen gün izledim ve belki milyon kere bölündü ama büyüsüne kapılmamamı sağlayamadı yine de bu bölünmeler. Meryl Streep ve Amy Adams başrollerinde ve film iki gerçek hikaye üzerine kurulu. Film 1960'lı yıllarda Amerika'nın yeme alışkanlıklarını derinden etkileyen Julia Child ile ona yıllarca hayranlık besleyip örnek alan ve en sonunda yazarlık hakkını blog açarak kullanmaya karar veren Julie Powell'ın gerçek hikayelerini anlatıyor. Hayatlarının nasıl kesiştiği, cesaret ve tutkuyla nelerin başarılabileceğini v.s.