Hoşgeldin insan!

Bu blog yüksek topuklu kadınların topuklarından taviz vermeden her konuya ilgi duyabileceklerini ve özgürce yaşayabileceklerini göstermeye meyil etmektedir. En azından başlangıç olarak kendi eğlencem için ve sevdiğim/sevmediğim hakkında düşündüklerimi vs. aktarmaya yönelik açılmış bir blogdur. Yine de birilerini, bir şeyleri etkilerse ne mutlu...

22 Ağustos 2017 Salı

BaĞzı Sütyenler Sinekler Gibiydiler

Fakin Layf. Muhteşem başladım. Çok da iyi, güzel başladım. Zaten iki gündür kayısı kıvamını tutturmaya çalıştığım haşlanmış yumurta kadar iyi başlıyorum. Tabii ki de tutturamadım. Ama yarın olacak, inanıyorum. Bence doğru dakikayı çözdüm ve yarın o yumurta kayısı kıvamında olacak. O yumurtanın sarısı kayısı kıvamında buraya gelecek.

Evet, yine bir "off the topic" anında karşınızdayım. Sanırım genel olarak lafı gevelemelerim aynı şekilde oluyor. Bazı şeyleri ağzımdan çıkarmak istemedikçe geveleyip geveleyip alakasız ve muhtemelen saçma sapan konulara sapıyorum. Saptığım konular da yeri gelmişken üzerine alınmasın, onları da seviyorum.

Konuya varmaya çalışırken ki acaba konu ne? Çünkü aslında bu yazının başlığı "sütyen gibiydiler" olacaktı ama neden öyle olacaktı bilemiyorum. Metrobüste giderken aklıma gelen birtakım şeyler vardı, orada oralara varmıştım da bilgisayarın başına oturana kadar çok kafam karıştı. Zaten kafalar hep Serdar Ortaç tadındaydı (sonunda bir gün adam bana ya dava açacak ya da beni işe alacak, maaş falan bağlayacak herhalde).

Evet, hala konuya varamıyorum ve saçma bir şekilde bunu hala sorun etmiyor olabilirim. Sizin için bu şöyle olmuş olabilir ama (aşağıya bak) :
Buraya kadar gelmeyi başardıysak ve benimle beraber
ilerliyorsanız anlatayım. Hayatta bazı anlar vardır ne döndüğünü bilirsiniz ama ya tam konduramazsınız, parmağınızı üzerine koyamazsınız ve/veya soramazsınız ya da zamanı değil diye düşünürsünüz. Ama vardır bilirsiniz, "sinek de küçüktür ama mide bulandırır" (ki alternatif başlıklardan biriydi) ya da kursağınızda bir bulantı, midenizde bir kaşıntıdır. Kursak konusuna daha önce de değinmiştim. Okuduysanız bilirsiniz. İşte o anlar sizin için birçok şeyi belirler aslında. O an, an itibariyle nasıl hissettiğinizi ve o andan sonra nasıl hissedeceğinizi, yaptığınız ve yapacağınız birçok hareketi tanımlar. Artık; birşeyleri içinizden geldiği için yapmazsınız, yaptığınız her şey satranç, tavla, Uno ve hatta Amiral Battı vb. bir oyunda gibi hamle yapıyor olursunuz. Sürekli gözlem yaparsınız, savaşta gibisinizdir ve bu savaş en çok da kendi içinizdedir. Aynada kendinize bakarken gözlerinizi kendi gözlerinizden kaçırırsınız sık sık çünkü kendinize kendi kendinize yaptığınızdan dolayı kızgınsınızdır ve utanırsınız.

Sütyen konusu da burada devreye giriyor zaten. İnsanlar sizin içi sütyen gibi olurlar. Belki de hep öyleydiler ama daha çok batar. Bir yere kadar iyidir, destekler, siz yerçekimine direnirken size yardım eder ama sonra çok sıkar, rahatsız eder, batarlar. Kaşındırırlar. Bazı insanlar işte, sütyen gibiydiler. Rahatsız sütyenler... Kendilerini gerekli hissettirirler, güvende hissettirirler ama bir zaman sonra rahatsızlık verirler, kaşındıran birtakım şeyleri vardır ya da yıpranmıştırlar ve batarlar. Belki de hep batıyorlardır çünkü karakterleri öyledir ama ihtiyacınız vardı ve umursamamışsınızdır. Oysa ki; siz olmasanız zaten onlara ihtiyaç da yoktur. Siz yoksanız bir anlamları da olmaz. Çıkarınca "oh be" dersiniz ve orada anlamsızca dururlar. Dediğim gibi; bazı insanlar o rahatsız sütyenler gibiydiler.

Sineklere gelecek olursak, onlar zaten kanınızı emerler. Hmm... Sinek sütyenler...  Bu da güzel oldu bak. Bir yere bağlamayacağm şu an. Zaten belli ki kendi içimde küçük bir savaş veriyorum ki konudan konuya saparak biraz toparlamaya çalışıyorum düşüncelerimi. Ama; görüyorum. Zaten kursağım bana ne zaman bu bulantıyı verse, midem ne zaman kaşınsa haklı olurum. Kursağıma hep güvenirim de işte gerekeni yapmak zor gelebiliyor. En çok da her şey salonun ortasındaki fil gibi ortada değilken. Fil orada duruyor olsa çünkü "işte bu yüzden" diyebilirsiniz ama görünmeyen bir şey için kimseyi hiçbir şey için suçlayamazsınız ve aslında insanlar en güzel yaptıkları şey olan "ama ben böyleyim" kartını çıkarıp masanın ortasına koyabilirler. Siz de midenizdeki sinek ve kalbinize kalbinize batan sütyenin demiriyle öyle oturup durursunuz.

Bu noktada size çok sevdiğim bir filmin çok sevdiğim şarkısını armağan etmek isterim.
 "So Long and Thanks For All The Fish"



Hiç yorum yok: