Hoşgeldin insan!

Bu blog yüksek topuklu kadınların topuklarından taviz vermeden her konuya ilgi duyabileceklerini ve özgürce yaşayabileceklerini göstermeye meyil etmektedir. En azından başlangıç olarak kendi eğlencem için ve sevdiğim/sevmediğim hakkında düşündüklerimi vs. aktarmaya yönelik açılmış bir blogdur. Yine de birilerini, bir şeyleri etkilerse ne mutlu...

19 Eylül 2013 Perşembe

Duyduk ki; İstanbul'a gelmişsiniz... Şöyle buyurun lütfen ~Bölüm 1~

   Duyduk ki; İstanbul'a gelmişsiniz. Burada okuyacakmışsınız, işe girmişsiniz vs.; İstanbullu olacakmışsınız. Sizin için belli başlı ipuçları, yönlendirmeler hazırladık. Şimdi, bunları madde madde irdeleyeceğiz. Siz bunlara iyice yerleştikten sonra muhtemelen "survival tips" diyeceksiniz ama; hemen demeyin. Önce bir yerleşin, alın kahvenizi elinize. Hoşgeldin canım. Başlayalım yavaş yavaş.

1. Memleketliler, Hemşeriler

   İlk önce bununla başlamak istedim çünkü; İstanbul'a yeni gelenlerin en sık yaptığı hata budur. İstanbullu olacaksan, geldiğin yeri etnik olarak taşıyacaksın. Gittiğin her yere götürmeyecek, yediğini içtiğini ayıracaksın. İstanbul'a ilk gelindiği zamanlarda insanlar hep memleketlileriyle takılırlar. Her
yere birlikte giderler, her gün birbirlerinin evinde çaya, yemeğe giderler. Gitmeyin. Yani, hep gitmeyin. Madem geldiniz, kendinizi keşfedin, yenilenin. İstanbul aynı kalanı sevmez; ya bozar ya bozdurur. Döngüsünün içindeki çakıl taşlarını hızla döndürerek fırlatır. Acımasız değilim, gerçekçiyim. İstanbul'da mutlu olabilmenin sırlarını veriyorum. Olacak o kadar. 

   Kendinize yeni arkadaşlar edinin ama; ilk bulduğunuza da sülük gibi yapışmayın. "Cool" olun. İnsanlarla yeni yerlere gitmekten, yeni insanlarla tanışmaktan korkmayın. Gidin, görün, gezin, gözlemleyin. Bakın bu 4G çok önemli. Şimdi sizin tabii, hepiniz çok zeki olduğunuzdan, hemen "pehh, sanki ben de bunları düşünemem de... Snne be slk!" dediğinizi duyar gibiyim. Muhakkak ki; aranızda çok da zeki, akıllı olanlar vardır. Mutlaka düşünmüşsünüzdür de ama; ben de söylemiş olayım. 

   Heh, ben demiyorum ki; "eski arkadaşlarınızı çöpe atın". Atmayın, onlar da çevrenizde yaşamaya devam etsinler. Sadece mıc mıc olmayın; gerek yok. Belli başlı güvendiğiniz, sevdiğiniz ve de birlikte eğlendiğiniz/keyifli zaman geçirdiğiniz insanları tutun etrafınızda. Zaten onlar da sizin bağlantılarınız olacaklar. Onlar da lazım. İşiniz düşebilir, düşmeyebilir de. Arada bir memleket hasreti ya da "homesick" olabilirsiniz. Onlar da iyi gelir.

   Neden buna değindim? Bir arkadaşım hep der ki; "hemşeri hemşeriyi gurbette..." mmm. "ayıp ayıp şeyler yaparmış" (oldu mu?). Bu doğrudur. Siz, isteseniz de istemeseniz de onlar konuşacaklar. Memlekete yaptığınız şeylerin haberi sizden önce ve yapmadıklarınızla birlikte gidecek. O yüzden, çok bilmeye, bildirmeye gerek yok. Siz osursanız evinizde, barda sıçtınız olur. Barda attığınız kahkaha, sarhoş olup elin adamının ağzına düştünüz olur. Bir gün uykusuz kalırsınız, uyuşturucu batağına düştünüz olur. Olur. Anneniz arar "biz seni İstanbullara bunun için mi gönderdik?" diye. Demedi demeyin. 

   Zaten tatillerde memleket ziyareti yaparken size artık "İstanbullu" diye seslenecekler, İstanbul sizi kabul etmiş olsa da olmasa da. İstanbul, içinde olmayan için başka bir dünyadır. Kıskananlar sormazlar çok, ima ederler; onlar zaten sizin batağa da düştüğünüze muhtemelen inanmışlardır siz daha buraya ayak basmadan. Önemsemeyin. Bir de sürekli İstanbul'u soranlar olacak, ballandırmanıza gerek yok. İstanbul belli zaten. Sonradan görme olmayın. Baştaki cool sen, orada da devam etsin. Artık İstanbul'a ayak bastın, yeni sana "merhaba" de!

2. Herkesin derdi sen değilsin

   İstanbul'a yeni gelenlerin, tatile gelenlerle aynı korkuları vardır. Sanki; ara sokağa girse bıçaklanacak, kap-kaç kurbanı olacak, tecavüze uğrayacak. Herkes de durmuş seni bekliyordu zaten. Madem o kadar korkacaktın, gelmeseydin canım. Korkakları sevmez bu şehir. Ama; cengaver de olma. Hala etten, kemiktensin; malum. Bütün sokaklar tehlikeli ve de bütün insanlar sana tuzak kurmaya çalışmıyor burada. Birçokları bir zamanlar senin gibiydiler, zamanla alıştılar. İlk bölümde de belirttiğim gibi; sen yine de hemen sıkı fıkı olma; her şeyini anlatma. E mi güzel gözlüm? (Bak bu da falcı ağzıdır; öğrenirsin zamanla. Garanti'nin yanından gir, dümdüz yürü.)

   Mutlaka ki; İstanbul'un da deyim yerindeyse "pis" yerleri var. Ama her yerde gezmenin de belli başlı kuralları var. Bir kere şunu unutma, köyden indim şehire tadındaki hayran ve/veya korku dolu bakışlar artık "out" oldu burada. Ne herkes kollarını açmış seni kucaklamayı bekliyor ne de peşinde bubi tuzakları donatıyor. Herkes kendi işine bakıyor. Sen de öyle yap, kendi yolunu kendin çiz. 

3. Elini verip kolunu kaptırma, her uzanan ele ahtapot gibi sarılma

   Şimdi, seni de anlıyorum. Gelmişsin koskoca şehre; sana kalkmış ben burada "hemşerilerinle takılma" falan filan diyorum. E sen de insansın. İnsan da sosyal bir varlık, normal. Sosyalleşeceksin. Ama öyle herkesle hemen sıkı fıkı olma, hemen saf seçme. Önce bir bekle. Bak biraz önce de söyledim, 4G çok önemli. İnsanlarla tanış, kaynaş. Kahve içmeye git, bara mara git. Ama kendini salmadan önce bekle, zaman geçsin. Tanı karşındakini. 

   Maalesef ki canım; burada çeşit çeşit çeşit insan var. Bazen bu, güzel yanı da oluyor İstanbul'un ama; konumuz bu değil. İnsanlar garip. Mesela; evini açtın diyelim. Bir kere adımını attığında ayağı hiç kesilmeyen tipler var; sürekli gelmek isteyenler. Bu modellere dikkat edeceksin. Bunlara "sülük" diyoruz. Bir de evine gelmeseler de sürekli arayan, sürekli "onu yapalım", "buraya gidelim", "ay, bizde de çok sorun var" vs. diye darlayan modeller var. Bak canım, bunlar "ev sülükleri"nin henüz eve girmemiş modelleridir. Eve alırsan ev sülüğü, eve almazsan "darlayan sülük" olurlar.

   Başka bir modeli de, önce genellikle sigarandan ya da çayından başlayıp "bana bi' 1000 lira borç verebilir misin hacı dayı?"ya kadar işi götürenler. Önce küçükten başlarlar. İşi daha sigara, kahve gibi seviyelerde kontrole alman gerekir. Ben sana "kimseye sigarandan verme", "kimseye çay ısmarlama" demiyorum. Yap tabii, insan ol. Öküz olma. Ama dozunda yap. Arada, kendi çayını ödeyip kenara çekil ki "ay, hiç bozuğum yok tatlım. Bunu sen ödesen de yarın ben ısmarlasam?"ların çoğalmasın. Bazen o yarınlar hiç olmuyor, iş de zaten çayla kalmıyor, dediğim gibi. Konu çay olsa semaverle dökeyim, sana bir şey olmasın.

   Ben bunları sana böyle anlatıyorum ama; kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla. Akıllı ol, sen de bunlar gibi olma. İstanbul'a gelenlerde genellikle ilk 6 ay dönümü civarı bir cimrileşme görülüyor. Bu dönemi sağlıklı atlatamazsan, bir bakmışsın sen de bu modeller gibi elini verenin kolunu 8 koldan sarıyorsun ahtapot misali. Yapma!!! Her dakika milletin evine gidilmez, her yere peşlerinden koşulmaz.

4. Gündemi Yakalayacaksın!

   Efendim, biz buralarda ne yalan söyleyelim, çoğunlukla her şeyi "online" yani çevrimiçi takip ederiz. Twitter, Facebook, Blogger, Tumblr, efendime söyleyeyim Google+ vs. gibi sosyal paylaşım üyeliklerimiz, telefonlarımızda Pocket, youtube, whatsapp ve bahsettiğimiz üyeliklerimizin olduğu uygulamalar vardır. Dünyayı çoğunlukla bu küçük makinelerimizden takip ederiz. Makinen yoksa da bu üyeliklerin olacak ve doğru hesapları takip edeceksin ki; hem dünyadan hem şehirden bihaber kalmayasın. Bunca yıllık İstanbullu'yum, o "piston" yüzünden neler çektim ben bilirim. Başını kaçırdın mı, kaçıyor. Gündemi yakalayacaksın! Mesela bir ürünle ilgili kafanda soru işaretleri mi var? Kalkıp arkadaşını aramadan önce, ekşi gibi yerlere soracaksın.

   Bir kere bunları doğru şekilde kullanmayı öğrendin mi, kim tutar seni? Ne zaman, nerede, ne olmuş sen bilirsin. Konser mi var, hemen bilginde. Deprem mi olmuş, yardım kampanyası mı yapılacak? Sende. Belki; bir zaman sonra öncülük bile edersin. Sakin ol çekirge! Hemen demedik. Doğru paylaşımları takip ettiğin sürece, hem bütün etkinliklerden, sosyal "event"lerden haberdar olursun, hem dünyada/çevrende ne olup bittiğini bilirsin, hem de arkadaşlarınla irtibatta kalırsın; asosyal olmazsın.

to be continued - devam edecek anacım

Hiç yorum yok: