Hoşgeldin insan!

Bu blog yüksek topuklu kadınların topuklarından taviz vermeden her konuya ilgi duyabileceklerini ve özgürce yaşayabileceklerini göstermeye meyil etmektedir. En azından başlangıç olarak kendi eğlencem için ve sevdiğim/sevmediğim hakkında düşündüklerimi vs. aktarmaya yönelik açılmış bir blogdur. Yine de birilerini, bir şeyleri etkilerse ne mutlu...

9 Haziran 2014 Pazartesi

Yüksek Topuklarda Minik Zeyna'lar Olacağız Derken...

   Bizden önceki nesil aslında bu konuda daha şanslı çünkü onlar yüksek topuklarıyla plazalarda gezerken erkekler henüz o akımdan etkilenmemişlerdi. Güçlü kadın onlar için ya daha çekici ya da daha korkutucu olmuştu. Dolayısıyla olay zevk ve renk meselesiydi sadece. Ama bizim neslimiz yüksek topuklarında koşup zıplayan, kendi faturalarını kendi ödeyen, yemeğinin ısmarlanmasını beklemeyen, kendi başlarına barlara gidip bunun için bir erkeğe ihtiyaç duymayan, evlerini kendileri taşıyıp sifonlarını kendileri tamir eden küçük Zeyna'lar olmayı hedeflerken ve kendimize bu modeli idol alırken bilmediğimiz şey aynı dönemdeki erkek jenerasyonunu nasıl etkilediğimizdi. 

   Biz bağımsızlaştıkça, kendi ayaklarımız üzerinde daha güçlü durmayı başardıkça onlar da bize karşı pasifleştiler. Kendinize neden artık o klasik
"first date"ler olmadığını soruyorsanız söyleyeyim. "Benimle çıkar mısın" diyemeyen erkekler yarattık. O soruyu istiyorsanız daha küçük şehirlere, daha basit yaşamlara gitmeyi deneyebilirsiniz. Oralara ulaşmadıysa bu ekol belki orada birileri sizi ilk randevuya çıkarabilir. 

   Her ne kadar yüksek topuklarda minik Zeyna'lar ekolünün büyük savunucusu olsam da iş ilişkilere geldiğinde biraz daha geleneksel, hafif bir "old school"cuyum. O soruyu beklerim, o soru olmadan yaşadığım ilişkinin ciddiyetinden emin olamam, belirsizliklere sürüklenirim. Serdar Ortaç'ı anlayıp "kafamda deli sorular" diye dolaşırım. Bu kadın olmanın bir sonucudur belki de. Bunu bilemem ama bizim akifleşme grafiğimizin yükselmesiyle erkeklerin pasifleşme grafiğinin alçalması da eş zamanlı olmuştur. 

   Biz "eşit olalım" dedik ama mesajımız bir şekilde yanlış iletilmiş, bazı kanallarda tıkalı kalmış olacak ki bu mesaj "biz en büyük olacağız, biz hükmedeceğiz" olarak anlaşılmış. Tamam, şimdi, inkar etmiyorum ki; dünyayı kadınlar yönetse daha düzenli, daha barış içinde yaşardık ama biz "birlikte yönetelim" derken onların hemen çömelip "emredersiniz kraliçem" demiş olmaları da sinir bozucu. 

   Hiçbirimiz ağzına geleni söyleyen, bizi mutfağa kapatan, gece çıkıp bizi evde televizyon başında bırakan, aldatıp buna karşı çıkmamıza laf eden erkekler istemiyorduk ama kesinlikle istediğimiz de bu değildi. Bizim yaşadığımız akımdan yanlış etkilendiler. Kadınlar karakter olarak bağımsızlaştı, sosyal olarak bağımsızlaştı. Ruhları ama; hala kendini tamamlayacak birini arıyor. 

   Erkekler bu noktada çok haklı olarak diyebilirler ki "madem eşitlik istediniz, o zaman biz başlatmıyoruz artık ilişkileri". Tamam, başlatmasınlar da en azından başlatmak için de kadından bir adım beklemesinler. "They have to man up!" dedi bir arkadaşım. Haklıydı da... İlişkileri ortaklıklar gibi düşünelim; iki tarafın da çabası gerekiyor ama artık iki taraf da "şimdi ne olacak?" sorusunu sormaya yaklaşamıyor. Hep bir çekinceler, hep bir utanmalar... 

   Aslında yazının sonlarına yaklaşırken "bunu nasıl bağlayacağım şimdi" diye düşünmeye başladım. Kafamda deli sorular bölümüne geri döndüm. Çünkü bizler bağımsızlaşırken kendimizi ilişkilerde bağımsızlaştırmamıştık. Dolayısıyla, o bölümde pek bir gelişme katedemedik. Bu konuda adım atmak bizim için kendimizi uçurum gibi görünen bir yerden atmak gibi... Yani, atladığımızda hemen biri tutabilir belki ama o uçurumdan yuvarlanıp paramparça olabiliriz de. Bir de şu var ki; biz o uçurumdan nasıl atlanılır pek bilmiyoruz. Atlamamız hiç gerekmemişti, o yüzden de öğrenmemiştik. Bak şimdi ne oldu... Bir "DTR" yapamadık. 

P.S. Bu yazıyı bitirmek üzereyken şöyle bir sayfaya denk geldim. Paylaşmak istedim. Kadınların Dizlerini Titreten 18 Tatlı Erkek Davranışı

Hiç yorum yok: